Murtaza’nın Banktaki Rolü
Ayyaşların naraları ile uyandı. Camsız penceresine poşet çekilmiş bu izbe yeri çok aramıştı ve içinde yayı yılların hızına dayanamayan bir yatak vardı, damı delik ritmik ve belli aralıklarla akan bir yerdi. Şansına mevsim yaza çalıyordu da pek üşümüyordu, bu aklına geldikçe içini ısıtan gülümsemesi yüzüne yayılıyordu. Üstelik yalnız da değildi. Yakınlarda yükselen binaların birinde oturanlardan birinin olduğunu düşündüğü bir kümes vardı, tavuklar horozlar her sabah toprak banyosu yaparken ona merhaba diyorlardı. O ise onlara asker selamı verip istikametine doğru yol alıyordu. Fakat bu istikamet iş, aş veya inanç istikameti değildi. Nedenini anlamasa da yıllardır farklı yollardan geçerek aynı yerde bulurdu kendisini. Sanki ruhu rüzgarla buraya savrulmuş bir esriklik anına tutulmuş gibi olurdu. Farkında değildi belki ama her sabah olması gerektiği yerdi burası, yatağını bulan su misali bulurdu bankını. Hep aynı bankta izlerdi yeni doğan günle beraber denizi. Bu bank ona ya dedesinden kalmıştı veya orayı önümüzdeki 100 yıl için rezerve ettirmişti. Uzun hikaye, karışık. Mesele bank, deniz ve Murtaza’nın her gün o saatte orda yekvücut olması.
Bank biraz paslanmış, bilmem ne belediyesi yazısı silinmeye yüz tutmuş, oturup kalkıldığında sağ arka ayağındaki vidası yukarı aşağı hareket eder olmuştu. Rengiyse ne kahverengiydi ne de sarı dikkatli bakınca hem kahverengiydi hem sarı. Murtaza ise doğada kamufle olan canlılar gibi bankla tam bir uyum halinde hayatta kalmaya çalışıyor izlenimi veriyordu. Paçaları lime lime olmuş, bol toprak rengi bir pantolon giyerdi, dizleri ve muhtelif yerleri ufak yırtıklarla bezeli bu pantolon kendisinin çokça hoşuna giderdi. ’’Vücudum hava alıyor fena mı? Ha ha ’’ diye düşünüp, basardı kahkahayı. Ayakkabısı ise aşınmasından mı, ayağıyla bütünleşmesinden midir bilinmez hangisi ayağı hangisi ayakkabısı ayırt edilemezdi. Üstündeki de çöpün yanında kitap ararken bulduğu siyah fiyakalı bir şeydi. ’’Tişört’’ diyorlarmış adına ona göreyse sadece kıyafet.
Deniz ise her sabah daimi yoldaşının yolunu gözlerdi. Onu görene kadar sesini çıkarmaz, çarşaf gibi uzanır tek renk görünürdü. Murtaza’yı gördüğü andan itibaren birden coşar konuşmaya başlar dalgalar kayalara gidip gidip gelirdi.’’ Şişşt şişşt’’ derdi durmadan. Güneşin de yükselmesiyle en güzel elbisesini giyer, mavi turkuaz yeşil tonlarını gösterip onun gülümsemesini isterdi. Konuştukça konuşur gün içinde banklara gelip dünya dertlerinden arınamayan, beş dakika bile kendisine bakıp yaşamanın keyfini çıkaramayan insanların ahmaklığından dem vururdu. Murtaza onun bu dert yakınmalarını kafası hafif sağa yatık, arada perçemi önüne düşen saçını kaldırıp gülümseyerek dinlerdi. Onun için deniz sıkmadan konuşan, hep konuşsun istediği tek gevezeydi.
Hayatın anlamı sadece bu temaşada aklına gelirdi. Bu mekanda, bu dostuyla muhabbet ederken. Az eğitilmiş beynini başka bir harabede tanıdığı biri sayesinde öğrendiği okuma eylemi sayesinde sokakta ne bulursa okuduğu şeylerle kendince bileylemişti. Albayıyla konuşan, tutunamayanları anlatan kendisi gibi gecekondu milletvekili olmak isteyen bir yazarın yazdığı kitapları okumuştu adı aklına gelmemişti ama ruhunu sarsmış, hayran kalmıştı yazdıklarına ve derinliğine. Güldü böyle düşündüğünü fark edince üst başına bir göz gezdirdi sanki kendine iki üç beden büyük gelen düşünceler, fil dişi kulelerdi bunlar. Sonra aklına o yazarın olduğunu sandığı bir söz geliverdi. Arkadaşı da duysun diye yüksek sesle haykırdı; ’’Vazgeçiyorum; bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum: beni yanlışlıkla çıkardılar sahneye.’’ Beni de diye düşündü, ben hiç istemedim bu rolü.
Yavaş yavaş ayağa kalktı, öne doğru hafifçe eğilip başıyla selam verdi. Kollarını açarak dostu denize doğru sarılmak için ‘’heeey,şişşt şişşt’’ diye bağırarak yürüdü. Sevincinden çıldırdı deniz , daha bir hızlı çırpınmaya başladı. Dostunu o da kucakladı. Rolü bitti ve Murtaza sahneden indi...
02.36 /22.04.21
Enver Ünlü
Yorumlar
Yorum Gönder